8 Ağustos 2018 Çarşamba

KENDİNİ BİLME



Bağımlısı olduğunu farketmeden sevdiğimiz herşey onlara ihtiyacımız olduğu sürece hayatımızda var olurlar. İhtiyacımız kalmadığı zaman ise hayatımızdaki misyonları tamamlanmış olduğu için kendiliğinden yok olurlar, bizi terkederler.
Bağımlılıklarımız; sigara, alkol, işkoliklik, tatminsiz sevilme ihtiyacı, sonu gelmeyen aşık olma ihtiyacı, seks, yalnızlık, asosyallik, bağımlı ebeveyn ilişkileri, sürekli mağdur olma, haksızlığa uğradığı için acı çekme hali, vs. vs.... evcil hayvanlarımızda buna dahil. Hayvanlarımızın bizim onlara ihtiyacımız olduğu kadar bize ihtiyacı yok ama bu demek değil ki onlardan öğrenecek şeylerimiz yok, bu başka bir hal.
Duygularımızı besleyen her aşırı durumun arkasında bir eksiklik var. İçinde yaşadığımız ülkeden insanlardan dolayı mutlu değiliz, ama istisnasız hepimizin, Atatürkçüsü, dincisi, hümanisti, milliyetçisi, yobazı, herkesin tek yaptığı "şikayet etmek", hep ötekini beğenmeme, ötekini suçlama hali de kendini bilmeme halinin bir yansıması aslında...
Toplumsal kısır döngülerimiz gittikçe derinleşiyor. Yüzyıllardır aynı seçimleri yaptığımızı bilmeden yeni şeyler istiyoruz. Yalnız biri, Mustafa Kemal Atatürk bu kısır döngüyü kırabildi, kısa bir süreliğine, sonra yine kendi bilinç halimize geri döndük (dış güçlerinde parmağı var tamam)
Yunus'un dediği gibi, İlim, gelişmişlik, kendini bilmektir.
Bilme hali, kendinle bir olma, kendini anlama, tanıma hali. Kolay değil ve çok emek verilmesi gerekiyor. Kendini bilmek hayatına eylemin gelmesi demek... Bilmenin sonucu idrak, ve bazen idrak bağımlılıkların gidişi ile de kendini gösterir. Bazende üzüldüğümüz, istemediğimiz halde elimizden birşey gelmez, çok sevdiklerimiz (bağımlılıklarımız) de gider hayatımızdan. Farkında olmadan bağımlı olduklarımız...
Farkındalık çarkının mili, bilme halinin, sonuçları var. Duygularımızı anlamaya çalışalım, hissedip içgüdüsel olarak yaşamaya çabaladığımız duyguların arkasındaki temel nedenleri bulmaya çalışalım. Kendimize, ruh halimize emek verelim. İnternet bu anlamda çok güzel kaynaklarla dolu.. Yargısız, gözlemci olarak, anlayarak öğrenme çabasıyla bir yerden başlayalım. 

Değişim sancılı ama güzeldir. 

Zeynep Karataş


1 Şubat 2018 Perşembe

Sevgiler Müzeyyen

( 'Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku' filminden hislenimler, çağrışımlar, filmden ithal edilmiş cümleler üzerine yazılmış doğaçlamalar yazısı. )


 Kadın!?
"Kadın dediğin hiç konuşmasın abi.... Kafa şişirmesin.... Hesap sormasın.... " Nefes alsın yeter!

Bir an Cihangir'deki cafede oturan o 'Kadın'ın yerinde hayal ettim kendimi, arkadan sırtı açık ipli elbisesinin üzerinden uzun saçları büklüm büklüm dağılmış. bahar gibi, yumuşak ve esintili... Bende öyle bir kılığa bürünmüş olabilirdim diye düşündüm istemsiz. Ben o 'Kadın' olabilir miyim? "Belki bir gün bende yaparım, herşeyi bırakıp giderim" Ben senin herşeyi bırakıp gitme ihtimali... Ah Müzeyyen! 

Şimdilerde kimse çocuklarına Müzeyyen yada Münir gibi isimler vermiyor. Bu ilişki işlerinin tatili yok ama ben kendimi bildim bileli tatilde gibiyim. "Müzeyyen seni suya götürür susuz getirir" diye midir nedir? Oysa çok güzel bir anlamı var, süslenmiş, bezenmiş. Müzeyyen süslü güzel bakımlı tamda kadına verilecek isim. Ben öyle değilim mesela, adamın üstüne çıkıp bütün işi tek başına halleden pratik kadınlardan. Beklerim ben, hep beklerim. 
Kadınım Ben, Kapuska Değilim!
Kapuska Değilim Ben, Kadınım Ka. 
İncecik cıpcılız olmak istiyorum. Ondan hep bekliyorum....... doğal bir biçimde....... beğenilmeye alışkın olmak gibi şeyleri bekliyorum.......  
Kendi saçlarını kesen o azınlığa dahilim, bilinsin.
Müzeyyen adamı öperken öpmüyorda bıyıklarını yiyip tüketiyor sanki günlük bir öğün gibi. 
Bütün adamların hayali terlikleriyle gidip Müzeyyenlere yerleşmek ama eninde sonunda tüm Müzeyyenler teknesi olan yada sırt çantasını takıp gezen adamlarla birlikte ufuk çizgisinde kaybolup giderler. 
Sürekli bir takım yollar üzerinde yürüdüğümüzü zannederiz bir garip yolcu misali bu hayat yolunda, oysa yol diye yalnızca kendi gölgelerimizi arşınlar dururuz.... Sonrada ışığa koşan kara sinek gibi çıt diye çıtlayıveririz bir yerlerde... Hayat.
Evde dolabın üzerine not yazıp bıraksam kimsenin orada bırakılmış bir not olduğu aklına gelmez, adetimiz değil. "Böyle buyurdu Müzeyyen." 

Yazar dediğin hep uykusuz gecelerin ardından şişmiş morarmış gözlerle derin derin kaybolmuşcasına yazan kişi midir? Bunun sabah 10 akşam 5 mesaili yazanı yok mudur? Hep bir uykusuzluk, derbederlik, kaybolmuşluk öyle mi?!... Düz ve sığ bir tembellik halinin yazarlığa bürünmüş hali gibi yani. Geceleri zihninin derinliklerine uykusuzluğa dolanmış yaratıcılık şırınga eden bir bağımlı gibi! 

Bir adamın karşısına hayatına yerleşebileceği kaç tane Müzeyyen çıkar ki hayatında?! Kelebek misali bir Müzeyyenden başka bir Müzeyyene uçar gibi.... "Sanki hiç gitmemiş hep var gibi... Bir sırrı herkesten saklar gibi...."  
Öyle sırtı açık elbisemle sırtımı dönüp apaçık yürüyüp gitmek istiyorum. Kelimeler havada asılı kalmış şekilde ve üzerimde kırılacak gibi cıpcılız bir incelikle... sonra... 
sonra... 
sonra.... 
Hayatta hep en sevdiği kadınlar için ağlar Müzeyyenler.
sonra...
Çiçeklerin kokusu
Dalgaların şarkısı
Rüzgarın fısıltısı

"Bazen sadece bir çıt sesi duyarsın bu sesi duyduğun zamanda gitmen gerekir. Bazen bir eşyadan gelir. bazen üçüncü bir şahıstan."

Sevgiler. Müzeyyen.