Bir seyahat sitesi olan gezievreni.com ve yoldaolmak.com tarafından düzenlenen "Gezi evreni gezi yazısı" yarışmasına katılmak bahanesiyle hafızamın dehlizlerinden çıkardığım Mardin yolculuğuma dair notlarımdan oluşmaktadır. Üç günde, bilmediğimiz bir şehirde, toplu taşıma ile ne kadar gezebildiysek artık... Yarışma benim için puff oldu ama bu zaman darlığında sanal sayfalarım için bir yazı daha ekleme şansım oldu, zihnim için spor oldu ve güzel insanlarla tanışmama neden oldu :) Buyrunuz Mardin yazım...
Mardin; semalarından
aşağıya baktığımda toprak ve yeşilin en güzel tonlarına
sahip bir yap boz resmi gibi görünüyor. Üç kafadar kısa bir
süre sonra bu yap bozun içinde gözlerimizi kocaman kocaman açarak
dolaşmaya başlayacağımızı bilmenin tatlı heyecanı ile
hava limanı önünde bizi ilk durağımız Midyat'a götürecek olan
toplu taşıma aracını bekliyoruz. Mardin bu mevsimde sıcak ve güneşli olduğundan şehri gezmek için iyi bir zamanlama yapmışız. Midyat'ta ilerlerken ilk
gözümüze çarpan dar sokaklar arasında eşekleri ile tıngır
mıngır ilerleyen insanlar oluyor. Eşekler toplu taşıma aracı olarak hala kullanılıyor. Misafir olduğumuz dost
kucaklardan sonra kendimizi Midyat'ın sokaklarına atıyoruz. Midyat
merkezin çarşıları ve sokakları bizim gibi Kurban Bayramı
tatilini değerlendiren ziyaretçilerin küçük kalabalığıyla
hareketli ve neşeli bir pazar havasında. Gümüş işlemeciliğinin
en güzel örneklerine sahip telkari dükkanlarını ve alış veriş
yapılacak hanları burada.
Eski Mardin, Yeni
Mardin
Caddeleri
ve sokakları gezerken iki farklı Mardin görüyoruz. Birisi meşhur
taş işlemelerinin, nakışların olduğu taş binalarla bezeli eski
bina ve sokaklara ait "Eski Mardin" denen yerleşimler,
ikincisi kentin kültürü ile ilgili olmayan, çirkin, gri, beton, asfalt ve kaldırımların olduğu, çarpık binalarla yapılanmış
"Yeni Mardin" dedikleri başarısız şehir yerleşimleri.
Bazı sokak ve caddelerin İstanbul'un her hangi bir betonlaşmış
semtinden farkı yok. Tabi ki biz Midyat'ın güzel sokaklarına ve
tarihi mekanlarına doğru yol alıyoruz. Midyat Müzesi ve Midyat
Ulu Camii bunlardan bazıları.
Mor Gabriel Manastırı
diğer adıyla; Türkçe "ibadet evi "olarak çevrilebilen
Deyr El Umur.
Dünyanın
en eski Süryani Ortodoks kilisesi olan Mor Gabriel Manastırı
Midyat Güngören Köyü'nün tepesinde bir konumda olduğu için
toplu taşıma ile gitmek zor bu nedenle özel araçla veya taksiyle
gitmek gerek. Turabdin platosunda kurulan Manastır turist ve
ziyaretçilere açık. Bizim gibi gelen bir kaç ziyaretçi eşliğinde
ve binaya bekçilik yapan görevlinin rehberliğinde geziyoruz. Mekan
taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan işlemeli
kapıdan geçilen geniş bir giriş ile başlıyor. Üç katlı
yapının üst katları ziyaretçilere açık değil ancak ibadet
edilen yerleri, aziz mezarlarının bulunduğu kısımları, şimdi
sayısını hatırlamadığım binlerce kibrit kullanılarak yapılan
manastır maketini görmek mümkün. Manastır epey büyük
olduğundan ziyaret sonrası ön bahçesinde güzel havanın ve
manzaranın eşliğinde kısa bir mola veriyoruz.
Mor Gabriel Manastırı
Sonraki durak Güngören
Köyü
Köyün
girişinde bizi çocuklar karşılıyor. Mardinin gönüllü minik
rehberleri ile ilk burada karşılaşıyoruz. Bizi gördüklerinde
yanımıza koşturarak "hoşgeldiniz" diyerek hepsi bir
ağızdan "gününüz güzel olsun, bayramınız mübarek olsun,
paranız bizim olsuun" diye mardine özgü şiveleri ile
manilerini okuyarak bayram harçlığı istiyorlar. Ziyaretçilere
alışık ve merakla nerden geliyoruz nereye gidiyoruz soruları
eşliğinde yol boyu bizimleler. Köyün
dışında kalan Mor Hobil Manastırını ziyaret için uzun bir yol
katediyoruz ancak manastırın ziyarete açık olmadığını öğrenip
biraz soluklanmak için avlusunda oturuyoruz.
Midyat'ın
çocukları
Midyat Güngören Köyünden bir görünüm.
Dönüş
yolunda restore edilerek otele dönüştürülmüş Kasrı Nehroz ile
karşılaşıyoruz. Mekanı bir müze gibi girip gezmenize müsade
var. Kasım ayında gün erken bitiyor, bizde güneşin batışını
ve Midyatın akşam manzarasını Kasrı Nehroz'un teras balkonundan izliyoruz. Aynı zamanda "eski
köye" yukarıdan bakmak için güzel bir mekan. Evlerin
çatılarında bulunan maviye boyanmış demir yatakların akrepleri evden uzak tutacağına inanılıyor.
Kasrı
Nehroz'un penceresinden eski Midyat evleri
Midyat Güngören Köyü gün batımı.
Yorgunluğumuzu
Midyat Merkez'de bulunan Gercüş Han'da çay molası vererek
atıyoruz. Şehrin yabancısı olduğumuz her halimizden belli, bize
servis yapan kızların ilgisi bu yüzden. Hemen kaynaşıyoruz. Bize
Mardin konuk severliğini göstermek için şarkılarından ve halk
oyunlarından bahsederlerken arkadan yöresel bir halk oyunu ezgisi
yükseliyor. Kendimizi Gercüş Han'ın ortasında kızlarla halay
çekerken başımızdan peçeteler atılırken buluyoruz. Yabancısı olduğumuz bu uzak diyarda, bir güler
yüz, bir sıcak selam, biraz dostlukla hemen bir tanıdık buluyoruz.
Gercüş Han'da halay.
Mezopotamya'da dev bir madalyon; Hasan Keyf.
Mardin,
zamanın insanlar tarafından kullanılmadığı bir şehir gibi.
Toplu ulaşım seyrek ve seferler sakin ilerliyor. İnsanlar
acelesiz, minibüs şöförlerinin aracı doldurmak, daha çok para
kazanmak gibi dertleri yok. Bir İstanbul'lu için çok garip! Mardin
insanı bu yönüyle de kalbimizi kazanıyor.
Mardin
ile Batman arasında bulunan Hasankeyf'e Midyat'tan minibüslerle 45
dakikada ulaşmak mümkün. Hasankeyf doğal ve tarihi bir açık
hava müzesi. Dicle'nin iki yakası boyunca uzanan taş kent, Eski
Asur, Roma, Eyyubi, Akkoyunlu, Orta Asya, İran, Osmanlı
medeniyetlerinin izlerini taşıyan dev bir madalyon gibi. Yukarı
doğru ihtişamla yükselen taş sarayların olduğu ana kaleye giriş
güvenlik ve bakım nedeniyle yasaklanmış olmasına rağmen görecek
çok fazla eski eser var. Ne şanslıyız ki orada da işini çok iyi
yapan çocuk rehberlerimiz var.
Girişte el emeği
hediyeliklerin, halı ve dokumaların bulunduğu dükkanlardan sonra
sağda El Rızk Camii karşımıza çıkıyor. Eyyubiler dönemi
özgün bir taş işçiliğine sahip yarısı yıkık caminin
detaylarını yukarılara çıktıkça görmeye başlıyoruz.
İnsanların yaşadığı sağlam taş evler ile harabe haline gelmiş
yıkık dökük evler bir arada. Aklımda yıkık minare olarak
kalmış olan Sultan Süleyman caminin kalıntısı olan minareye
çıkmak mümkün, burada minik rehberler devreye girerek
ziyareçileri tek tek yukarı çıkarıyorlar. Tepeye çıkınca
dikkatli olmak lazım benim gibi başınız dönebilir, ayakta
durunca tutunacak yer yok. Minarenin konumu ayaklarınız altına
serilen Hasankeyfi panaromik olarak görme imkanı veriyor. Diclenin
ortasında bulunan Artuklu Taş Köprüsü, Anıt mezar Kör Zeynel
Bey Türbesi, Hasan Keyf sarayları, yıkık harabeler ve mağaralar
göz mesafenize ulaşıyor. Hasankeyf'den ayrılmadan dinlenmek için
Yolgeçen Hanı'nda Dicle nehirli manzaranın keyfini çıkararak yöreye özgü
farklı bir lezzete sahip melengiç kahvemizi içiyoruz.
Dicle'nin iki yakasını
birleştiren köprünün üzerinde rastladığımız Hasankeyf amca(adını bilmediğimiz için sonradan Hasankeyf amca dedik) "hadi
çek" diyerek bize poz verdi.
Hasankeyf amca Diclenin keçileri
Taş köprünün karada ki
ayağının dibinde bulunan eski ev hala kullanılıyor.
Toplu taşıma
ile Hasankeyf'e giden yok gibi bir şey. Saat dörtten sonra
Batman'dan gelip Midyat'a giden son seferini yapacak olan minibüsde
bizim için üç kişilik boş yer bırakabileceklerini söyledikleri
için içimiz rahattı ancak sözleştiğimiz şöför minibüste boş
yer yok diye bizi almadan gitti. Hasankeyf'in girişinde gördüğümüz
öğretmen evinde konaklamak istiyoruz ancak bayram ve tadilat
nedeniyle kapalı olduğu için tek konaklama seçeneğimizi eledik.
Bizimle gezen tur firmasının otobüsüne binmeyi de başramadık.
Son çare otostop ile şanşımıza Batman'dan gezmeden dönen bir
çiftin aracına denk geldik.
Kör Zeynel Türbesi biz gittiğimizde restore ediliyordu.
Dicle Nehrinde bir balıkçı
Deyrül Zafaran
Manastırı
Sabahın
erken saatinde Midyat'tan dönmemek üzere ayrılıyoruz. Kurban
Bayramının birinci günü olmasına rağmen şehirde gün boyu kurban faaliyetine dair
hiç bir iz göremedik. Her taraf sessiz sakin, yarım saat kadar bekledikten sonra Midyat otogarından
direkt Deyrül Zafaran'a giden minibüse biniyoruz, bizimle beraber
araçta seyahat eden iki yaşlı Süryani hanım ve ileride binen bir
kaç aileyle birlikte birbirimizin dilini anlamadığımız halde
sohbet edip güle konuşa ilerliyoruz. Mardin çok dil kullanılan şehirlerden birisi. Türkçe, Arapça ve Kürtçe. İnsanlar bilmediğimiz için Kürtçe ve Arapça sorularına cevap veremeyişimize şaşırıyorlar, Türkçeyle beraber diğer dilleri herkes kullandığı için orada yaşayan birine bunların bilinmemesi garip geliyor ama bir şekilde anlaşıyoruz. Deyrul Zafaran son durak.
Mardin'nin 3 km. doğusunda
bulunan manastırı orada yetişen Süryani öğrenciler
rehberliğinde geziyoruz. 5. yüzyılda inşa edilmiş manastır,
Mardin Ovasına hakim bir konumda, girişte geniş merdivenleri
ve taş mimarisi ile göz dolduruyor. En kalabalık ziyaretçisi olan
mekanlardan biri olan manastırı rehberler eşliğinde gezdikten sonra,
bahçesinde manastırda hazırlanan hoş kokulu Deyrül Zafaran çayını yudumlayarak,
birazını da İstanbul'a götürmek için yanımıza alarak güneşin
tadını çıkarıyoruz.
Üstte ki iki resim Wikipedia'dan alınmıştır. ( https://tr.wikipedia.org/wiki/Deyrulzafaran_Manastırı)
Deyrul Zafaran Manastırı'nın bahçesinde.
Eski Mardin
Yeni
Mardin Öğretmen Evi'ne yerleştikten sonra soluğu Eski Mardin'de
alıyoruz. Minibüs ile 15 dakikada ulaşmak mümkün. Eski Mardin
tarihi açık hava müzesi gibi. Yürüyerek cadde ve sokaklarının
keşfedildiği, başını ne yana çevirirsen taş sanatının eşşiz
örnekleriyle bezenmiş yüksek ve ihtişamlı yapıları ile göz
dolduruyor. Hafızamı tazelemek için internet bloglarından anlatılan yerlerle resimlerimi karşılaştırmam gerekti. Bu sayede bir çok gezginin Mardin'le ilgili detaylı yazı ve fotoğraflarına ulaşma imkanım oldu. Gayet detaylı çok fazla tarihi ve coğrafi bilgi de mevcut. Tekrar olmaması için gittiğimiz yerlerle ilgili mini bilgiler şeklince yazmaya karar verdim. Bu yazı bir nevi benim Mardin anılarımı hatırlama yazım gibi oldu :)
Sıttı Radviyye
Medresesi; diğer adıyla Hatuniye Medresesi.
Cami
olarak kullanılan ve Artuklu döneminin zengin taş işçiliği
örneklerinden olan mekan gezginlerin yoğun ilgi gösterdiği
mekanlardan birisi. Adını Artuklu Sultanı Kutbettin İlgazi'nin
annesi ve Necmettin Alpi'nin hanımından alıyor. İlgazi ve
Radviyye sandukaları burada bulunuyor. Sandukaların ayak
ucunda bulunan mihrabın sağında, camekanlı bir bölmede ise Hz.
Muhammed'in ayak izi sergileniyor.
Melik Mahmut Camii;
diğer adıyla Bab Es Sur Camii
Hatuniye Medresesi'nin altında bulunan cami. Artuklu dönemi eserlerinden olan
camii adını içinde türbesi bulunan Sultan Melik Mahmut'tan
almıştır.
Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi
Sabancı
Vakfı tarafından 2007-2009 yılları arasında kente kazandırılmış
müzeyi pazartesi gününe denk geldiğimiz için gezemedik. Ancak
19. yy da inşa edilen, başarılı dış restorasyonu ve camekanlı
girişi ile merak uyandıran müzeyi ziyaret etmek isteyenler için;
ziyaret saatleri: Pazartesi Günleri Hariç 08.00-17.00 Biletler Tam
Bilet: 2 TL Öğrenci: 50 Kr.
Eski
Mardin'in kemerli, merdivenli, taş sokakları arasında dolaşıp
fotoğraflar çekiyoruz. Bazı evlerin kapılarında sebibini
öğrenemediğimiz ay yıldız figürü dikkat çekiyor.Mardin
sokaklarında dolaşırken hep birbirinden renkli, pırıl pırıl
çocuklarla karşılaşıyoruz, ay yıldızları kapıları merakla
incelerken Arap kızı Zeynep'le de tanıştık, yine bu yazı için
araştırma yaparken Zeynep'i başka gezginlerin bloglarında görünce
bir tanıdığa rastlamış gibi oldum. O bilmese de beni gülümseten
bir tesadüf oldu.
Mardin'de bir Arap kızı; adaşım Zeynep
Zinciriye Medresesi
Son Artuklu Sultanı Melik Salih tarafından inşa edilmiş yapı, ihtişamlı yüksek giriş kapısı dilimli kubbeleriyle dikkat çekmektedir. Çok geniş bir alana yayılan Medrese iki katlı olup, avlu, cami, türbe ve çeşitli ek mekanların olduğu, Sultan İsa türbesi ve eski kitabelerinde olduğu, geniş dikdörtgen bir alana yayılmaktadır.
Genelde Süryanilere ait ibadethanelerin isimleri başında bulunan "mor" kelimesi dikkati çekiyor. Mor Gabriel, Mor Hobil, Mor Yakup vb. gibi... Mor kelimesi Süryani dilinde "aziz, en üst mertebedeki kişi" anlamında kullanılmaktadır. Mardin'e neden medeniyetler şehri dendiğini bir kaç sokak arayla rastladığımız manastır ve camileri gezip gördükçe daha iyi anlıyorum. Oturarak gömülen Süryani Azizlerine ait mezarlar, camilerde hiç ummadığımız tarihi ve dini önderlere ait kutsal emanetlerle karşılaşınca bu zenginliğin her yerde kolay kolay bulunamayacak olduğunu görüyorsun. Burası gerçekten çok değerli bir coğrafya.
Mardin çarşısı ve
Telkari dükkanları
Mardin havasının kuru ve ılık oluşu geziyi daha keyifli hale geliyor.
Gezerken terlemedik, susamadık, yorulmadık. Sokakları ve
mekanları gezip fotoğraf çektikten sonra bile telkari sanatının
en güzel örneklerinin sergilendiği gümüşçüleri ziyaret etmek
için enerjimiz vardı.
Mardin Kalesi
ve Zinciriye Medresesinin gece manzarasıyla sona eren üç günlük,
kısacık ve keyifli gezimizden dönerken Mardin sanki bize "gitme
kal, daha görecek çok yerler var" diyordu. Bu kadar kısa bir zamanda şehrin tamamını göremesek de Mardin'in
büyüsünü cebime, ev yapımı Süryani Şarabını çantama atarak, başka bir zamanda bitmeyen gezime
kaldığım yerden devam etmek düşüncesiyle, aklımda pırıl
pırıl Mardin'li çocuk rehberlerin görüntüleri ve Mardin'de
çocuk olmak nasıl olurdu düşünceleri ile ayrılıyorum.
Mardinin
çocukları Hasan Keyfli Dilan ve Oktay
GEZİNİN YAPILDIĞI TARİH: Kasım 2010
YAZAN: Zeynep
Karataş
FOTOĞRAFLAR:
Zeynep Karataş
(Not:Yazı ve fotoğrafların izinsiz kullanılması yasaktır.)