20 Kasım 2007 Salı

SÜJE


Süje’ye

Sevgili süje
Fazla kelimelerden kurtulmak
Sadeleşmek istiyorum.
Kalabalıkları azaltmak.
Ağdalı benzetmeler olmadan
Konuşmadan anlaşabilmek.
Yorgunum.
Kalkanlarımı kaldırıp atmak
Hafiflemek istiyorum.
Karşımda keskin kılıçların parıltıları
Bana doğrulmuşlar
Korkuyorum!


17 Kasım 2007 Cumartesi

Şehre Zaha geldi



Zaha teyze geldi geçen gün gitmeyecektim ama iki kere aramış beni arkitera bulamamış eve gelmişler gitmişler her halde okuldaydım o sırada ben cep telefonum yine  kafayı yedi şarj olmuyor oluyor olmuyormuş gibi beni oynatıyor inat ettim değiştirmeyeceğim zaha o kadar yoldan kalkmış gelmiş arkitera aramış bulamamış davetiye kişiye teslim geri dönmüş die arkitera üşenmemiş kalkmış taa nerden benim eve motorbisikletli kurye yollamış kurye bir türlü bulamadı benim evin üzerinde olduğu sokağı esnafa sormuş filan bilememiş ben tarif ettim telefonda tarif ettim kırık yıllık denizci sokağı bilememiş komşular çehresi değişti her şeyin tabi ağaçlar budandı çalılar döşendi betonlar atıldı toprak taş oldu bok oldu kaktık gittik mecbur o kadar çabaladılar davetiyeyi bana ulaştırmak için bende kalktım gittim üşenerek çok uzak yollar yollar yollar hiç bitmeyen yollar ömrüm bu kısa seyirlerle yitip gidiyor gördüğüm göreceğim ışıklar caddeler beton bloklar arada deniz vapur kediler vs bir de bu seferlik zaha karizmatik ırak kadını serap gibi vaha gibi çölde su gibi çirkin mi çirkin zaha ama dev grafik blokları var dünyanın her yerinde yağmur felaket bastırdı şemsiyemi almadım taa levent iş sanat kültür merkezine kadar bi dünya yol gittim cevizlibağ’dan 41at ye bindim boru değil otobüs inen binen giden gelen duraklar kalabalık herkes evine ulaşabilme telaşında millet birden bastıran yağmurla birden sırılsıklam oldu sırıl sıklam  ayrı mı yazılır birleşik mi yağmurluklarıyla bir bütün sarı adamlar caddelerde yağmurluğun naylonundan gelen çıtır pıtır yağmur sesleri çınlıyor kulaklarında adamların adamlar sarı yağmurluklu karanlıkta hemen fark ediliyor çin malı saç tokaları sağlığa zararlı AIDS HIV virüsü taşıyor çünkü çöp prezervatiflerden yapılıyor! virüs plastiğin içinde yaşamaya devam ediyor dünyanın hiçbir yerinde çöp prezervatifler dönüştürülmüyor bir tek çin!de zaha çok etkileyiciydi konferans alanına yarım saat gecikmeli ulaşabildim onca insan ve araç trafiğini aşmak kolay olmadı neyse ki hemen mekana yakın bir durakta indim fabrikalar durağında iş sanat kültür merkezi de gerçekten çok güzel bir bina beğendim kalabalıktı epey arkalarda yer bulabildim rahattı kotuklar zaha etkileyiciydi Manhattan daki kaleme benzetilen saydam binaları olimpiyat şehri için yaptığı tasarımı anlattı  saydam şehir Long Island da zeminin üzerine ikinci bir zemin eklemleyerek asıl topografyaya zarar vermemeyi ön görüyor projede kartal projesinde sokakları bir ağ gibi birbirlerine bağlamayı bir bütünlük oluşturmayı amaçlamış proje maliyeti 5 milyon dolar değerinde kartal belediyesi hala uğraşıyor ne zaman başlanır ne zaman biter kartal belediyesi bilir Tasarım-Yönetim-Üretim gibi güzel bir laf etti BMW binasını gösterirken muhteşem bir bina altta yemek yiyorsun üstten üretim bandı geçiyor binayı tasarımındaki grafik diyagonallere göre birbirini kesen paraleller ile L şeklinde tasarlamışlar yapmışlar olmuş Salermo Feribot Terminali zaha son zamanlarda mobilya tasarımlarına doru kaymaya başlamış beyaz silikon ve cam elyaftan tasarladığı rastlantısal gibi görünen biçime sahip olan bir mutfak masası var ama rastlantısal değil ortam çok loştu zaha bundan önce başka bir yerde konferans vermiş ışıklar orda çok rahatsız etmiş onu başı ağrımış o nedenle bu sefer karanlıkta sunum yaptı biz onu göremedik oda bizi yanıma biri oturdu nohut yemiş bir tek bana doru gelen tıs tıs ları ile zahanın cümlecikleri arasında kaldım kulaklarım zahaya ayitti burnum nohut aromalı osuruklara esir oldu öldüm öldüm tam kaçacaktım öndeki tek boş sandalyeye köşedeydi beni bu kokudan uzak tutabilecek kadar ilerideydi bir amca geldi birden nerden çıktı anlamadım o amca! kaldım öle küt die oturdu minik bloknotum ile kokuları geri iade etmeye çabaladım öteye öteye salladım bloknotumu burnumdan sağ tarafıma doru sahibine doru salladım pufff bir buçuk saat sürdü sonra kalktım taksim üzerinden evime döndüm tekrar akbil doldurdum taksim'de aksaray’da simit yedim konferanstan sonra içki ikram ettiler şarap marap vişne mişne portakal mortakal vişne ile burnuma yapışıp kalan aromadan kurtulmak istedim ama ya koku hafızama yapışan o kötü koku! iğh! Zaha kocaman bir palto mu kürk mü ikisinin karışımımı öle bişi ile geldi kürsüye kocaman bir göbeğin altına takılmış ince topuklar kıvamında ve siyahlar içinde bir ırak kadını önündeki arkiteranın kürsüsü hakkında konuştu önce oluklu mukavvadan yapılmıştı kürsü tüy gibiydi sağa sola savruluyordu istanbulda çok iyi imalatçılar var sizler daha iyisini tasarlayabilirsiniz dedi bundan çok daha iyilerini yapabilirsiniz yapmalısınız haklı yapmalıyız. Zaha mütavizi güler yüzlü yetenekli burnunun yanında kocaman bir beni var çirkin ırak kadını tüm salonu tıka basa dolduran kadın nohutlar bile taaa nereden zahaya geldiler ama anca bana ulaşabildiler! grafikler çizgileri beynime doladım doladım arşivimde uzayan damlayan eğrilen büğrülen nevi şahsına münhasır çizgilerrr

14 Kasım 2007 Çarşamba

Hece canavarları mahallemizin “li”sini yuttu



Sıfır ikiyüzoniki ikiyüzdoksanüç otuziki yetmişyediyi arayıp telefona çıkan ilk kişiye - aloo beni aramışsınız- demek istiyorum. Telefonu açan kişi beni tanımıycak biliyorum. -Siz kimsiniz hanfendi, diyecek. Ben kanatlı kapının demir sürgüsü, belik belik saçlarının örgüsü,… Alooo…Beni aramışsınız bulamamışsınız. Halbuse ben hep buradaydım. Burada bu ahizenin karşı ucunda. Bu kadar eziyet etmek istemezdim varken yok gibi görünmek hiçken hep olmak azken pek olmak bu kadar bekletmek istemezdim cümle âlinizi. Lâkin hayat hiç kolay olmadı şu numaralarınızı çevirdiğim ana kadar, malum okul öğrencilik kolay değil. Hepsi eksiye programlı bilançolar dünyasından çizgili dünyalara uzandı yollar, düştüm yuvarlandım durmadım koşmadım yürüdüm de yürüdüm. Lastik kemerimden bir çizviye takılmışım köşeyi dönerken kurtulmak için geri döndüm meğer rotam şaşmış uzadıkça uzamış belimdeki lastik kopmamış. İyi ki koşmamışım dedim kendi kendime ondan sonra kopmayan lastik sinek gibi çekip yapıştırmamışsa fazla asılmadım ondan. Ya lastik kopsa kel görünseydi! Takkemiydi?!. Çiz babam çiz die çok işkenceler ettiler bize. Haberin yok. İtilmiş gibi bir luzumsuz savaş sahnesinin içine: baktım göremedim önceleri sonra gördüm anlamadım anladım bilemedim bildim vazgeçemedim  yenildim yıkıldım, düştüm ama tutundum bir çizviye, alçak tepelerden geçtim yükseklere konamadım daha olmadı kanatlar çizdim orantıyı tutturamamışım! yüksek tepelerin eteklerine basamaklar çizdim basamadım, çizgi çiviler çaktım adını çizviye yaptım, basamamaklara ali canlar ayşeler resmettim arkadan gelenler yönünü bulsunlar kayıp düşmesinler die, kötümü ettim, uçurumlardan direklerden virajlardan son anda döndüm, yüzme bilsem keşke denizleri aşıp gelemedim mecbur karayollarını kullandım haliyle uzadı vakit aldı. Terminaller filan. Hiç haz etmem o bol sinekli karanlık soğuk kapısında sigara tiryakilerinin kışları it gibi titreştiği yerleri. Hani çok beklemiş yorulmuşsanız diyorum bi çay içseydiniz kola içseydiniz soğuk su içseydiniz. Buradayım işte ahizenin diğer ucunda buradaaa.–Siz kimisiniz hanfendi?! Ben yani benim.Biz sizi aramadık benim hanım, dicek E noldu şimdi bu zamana kadar aramadınız da noldu. Çok iyi bir halt etmemişsiniz. Arasaydınız şayet, size pamuk şekerler alırdım, çikolatalar alırdım; oyuncaklar alırdım, pamuk pirensesle yedi cüceleri anlatırdım, başka başka masallar, atlı karıncaya bindirirdim, size pilav yapardım! Desem diyorum. Ama olur olur ya tanıdık bir ses çıkar. Aaa kıs naber deyiverir. Bizim eski bahçenin horozu Pıtırdan konuşmaya başlarız. Pıtır hani şu bir vakitler Güneştepe’nin Güneş”li”tepe olduğu hece canavarlarının “li”yi yutmadığı yıllara ait o horoz fotoğrafındaki kırmızı ibikli aksi şey. Bilen bilir güçlüydü çevikti bizim ekmek ayvalarının yegane bekçisiydi. Mahalledeki tüm çocuklara racon keserdi, gaga atardı, kanat çırpardı. Kaldırımları parseller gelene geçene tos atardı. Keçi gibi inatçı bir horozdu. Garip çin mitolojisinde de keçi horoza tekabül eder bu da keçi gibi inatçı ama hem cinslerine göre yakışıklı bir horozdu. Ey gidim. Lâkin (bak ikinci kez lâkin diyorum-üç oldu-) vakitsiz öttü rahmetli. Horozumuzu damdan dama uçurdular sonrada kaçırdılar! Acaba diyorum bir tavuğu olsaydı daha mı sakin olurdu? Yalnızdı hayvancaaz ağresifti.

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Son rüyam




Son rüyam
Hamam böceğine dair
Kedi hamam böceğini yedi

25 Ağustos 00:52

1 Ağustos 2007 Çarşamba

2007 olmalı



Hiç bir şeyi bilmiyorum ben
Her şeye yabancıyım
Yeni doğdum
Avuçlarım henüz ıslak
Yanaklarım pembe
Başım kel

Hiç bir şeyi bilmiyorum ben.

Öyleyken böyle olduk Pınar.
Böyleyken nasıl olacağız?
Yaşayıp göreceğiz.

Masallar şöyle der ya;
"..ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.."
Hayat bir masalmış
Masal bir rüya
Rüya uykunun en tatlı kısmıymış.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

mutlu musun?


Tepemde sürekli bıdı bıdılaar!

Her şeye boş verdimse de boş vermedim bir bakıma. Boş vermediklerimi anlatamayışımdan susuşum. Sustum. Boşuna, ne kadar anlatırsam anlatayım bitmiyor bıdılar! Çareyi kendimi odama kapatmakta buldum. Belki uzaklaştıkça yok olma ihtimali yükselir diye bıdıların!
Emin değilim!

Cold Play: In my place

O günden beri; o kısa filmden beri bende aynı soruyu soruyorum: Mutlu musun?

Daha mutlu olduğunu söyleyen çıkmadı. ( Ayşegül hariç, o kuru fasulye )  Yeni çağ akımı mıdır, metropolleşmemizin hediyesi midir mutsuzluk? Tam olarak sebebi nedir? Biçimi ne biçimdir? Cevaplar hep aynı kapıya çıkardı beni. Herkes mutsuz!!!

Arada çocukluğuma iniyorum oradan ilk gençlime çıkıyorum. Şuan ikinci gençliğimi yaşıyorum gibiyim sanki. Zaman kavramı aptal bir matematik sorusu gibi benim için. Hiçbir zaman çözmekten keyif almadığım matematik  denklemlerinden hiç ayırt etmediğim için ikisini de tarihimin derinliklerine salladım. Ne var ki tarih zamandan bağımsız düşünülebilen bir olgu değil. Üstelik çok gerçek. Unutulan en büyük zamanlar tarihin içinde. Zamanda döner dolanır ayağımıza takılır. Kafamızı gözümüzü yarar. Bazen kalbimizi yaralar. Kaçış yok.

Bıdılar her yerdeler!

Çağın omzuma yüklediklerinden silkinmeye gayret ediyorum. Omuz silktikçe ben daha bir gayretle çıkırdıyor akreple yelkovan. Sürekli bir dıgıdık durumları zamanın ibrelerinde. Soluksuz, sonsuz, kaç trilyonuncu turlarındalar. Sayamıyorum! Aman Allah’ım…

-          Napıyorsun?

-           Hiçbirşey.


-          ?!
-          Hiç bir şey yapmıyor musun?

-          Hiçbirşey yapmıyorum.

-          Ya okul?!

-          O zaten bir hiç. Bende yokum aslında şuanda. Rıhtım da bomboş . Sen de kendi kendine konuşuyorsun.

-          !?
-          Peki ya nasılsın?

-          Kim?

-          Sen?

-    Ya sen?  Mutlu musun?!..


 09 Mayıs 2007 / Çarşamba
Saat: 01:00
İstanbul- odam 

30 Nisan 2007 Pazartesi

doooooooooooooooooooooooooooooo

Doğmayı ben istemedim. Herhalde öyle bir imkanları olsa da bana sormazlardı.
Heyhat! Artık annemin envanterinde ömür boyu demirbaş hanesine yazılıyım.
Babamın envanterinden çıkalı 25 yıl oldu. Sonuçta hep şunu düşünmüşümdür.
alış veriş bencilce bir şeydir ve eğer düşüncesizce yapılırsa bazı ürünler başınıza bela olabilir. Baş belası bir demirbaş oldum sonuçta. Bunu da ben istemedim.

Ne biliyim daha istemediğim bir çok şey oldum mesela adımı koyduklarından haberim yoktu. Saçlarım, kaşlarım, gözlerim koyu kestane oldu. Alıştım tabi bu duruma. Adımı da soyutladım bir bakıma Zeynep'den başka her şeyim. Koç kızıyım örneğin. Bak bunu istemiştim. Tâ ki 22 yaşıma kadar boğa kızı olarak yaşayıp koç kızı olmayı ıskalayışıma içerlerdim. Koçmuşum hakikaten. Şaka değil. Neticede biraz boynuzlarım küçülmüş oldu sadece o kadar. Hala bir boğa gibi uyuyorum.

İlle de bişiy olacaktıysam bir bok böceği ya da bir kuş ya da bir hava olmak isterdim.
Ama sadece bir hava daha fazla değil! Var olmamak en güzeli olurdu. Madem bana soran olmadı bari gelmişken uzunca bi kalıyım.

Korktunuz mu?

Ben zaten bu topraklarda kalıcı değilim. Bir yelkenlim olsun alıp başımı gideyim.
Kürkçü dükkanım İstanbul olsun. Öyle yaşlanıyım sulara bata çıka. Sonra dünya küçüldükçe küçülsün. Yelkenlim kağıttan bir gemiye dönüşsün. Dünyada camdan kavonoz dipli bir oyuncağa. Sallanıp yuvarlandıkça camdan dünya ben kağıttan gemimle evrilip devrilip bir o yana bir bu yana... Plastik balıklarım olsun ve de öle ıvır zıvır ucuz işportalıklar. Ne para ne pul ne yemek derdi. Kağıttan kitaplarım birde. Vay be desem denize bakıp. Hayat bu işte. Gerisi hikaye...

İnsan olmuşum!..