22 Mayıs 2016 Pazar

Ubuntu


Yaşamak çok güzel şey doğrusu...

İnsan yaşamanın nasıl bir şey olduğunu yaşadıkça öğreniyor. Benim dünya hayatım henüz çok minicik bir zaman dilimini kapsıyor ama bu kısacık zamanda bile dünya üzerinde ne kadar gereksiz şey varsa hepsini odama biriktirmişim sanki! Bir sürü gereksiz yazı, çizi, anı, hatıra, defterler, eşyalar, maket malzemeleri, belki lazım olurlar, belki bir şeyi hatırlatır diye unutulmuş istif istif çöpler... Odamda biriktirdikçe ruhumda birikmiş bir sürü gereksiz yığın. Farkında olmadan yaşamak için ihtiyacım olan tüm boşlukları bir sürü gereksiz ıvır zıvırla doldurmuşum. Büyük bir aydınlama yaşadığım bir günün sonunda gözlerimdeki perde kalktı, kendime niye bu kadar çok yük yaratmışım bu eşyalara niye kendimden daha çok yer açmışım ki hayatımda?! Farkettiğim en önemli şey bu birikmiş şeylerin hepsinin yurttan sesler korosu gibi sürekli beynimi yediği oldu. Bu kadar yıl bunları dinledimde ne oldu? Hepsi çöp oldu. Hepsini attım, yolladım, dağıttım gitti. Zannediyordum ama şimdi bu sabah farkettim biraz sızıntılar kalmış, divanımın altında kütüphanemin üstünde vs vs.. İlk fırsatta çöpe gidecekler kesin. Oh be dünya varmış! Biraz nefes alayım şöyle :) Sende tüm gereksiz şeyleri bırak gitsin, çok iyi geliyor...

(Gugıl amcaya "yaşamak" dedim, bana bir sürü kollarını yukarı açmış denize çayıra çimene doğru coşan insan fotoğrafı gösterdi. Ben bunu seçtim içinde bisiklet var, deniz var ve sevgi var :)

Melih Cevdet Anday'ın bu şiirini çok seviyorum.;)

Çok Güzel şey

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu

                            MCA


Başarı dediğin nedir ki hayatta?

Yaşanmış bir hikaye. " Kimine göre dört kişiden en hızlı koşan başarılıdır, kimine göre ise başka... Bir antropolog Afrika'da bir kabileden dört çocuğa bir oyun oynamayı önerir ve bir ağacın altına meyve koyar. Çocuklara, 'hadi bakalım koşun, kim en çabuk ağacın altına ulaşırsa, meyveler ödül olarak onun olacak' der. Burada ki başarı meyvelere en çabuk ulaşmak. Başarı en hızlı olmak ve ödül de meyveleri yemek. Antropolog 'haydi başla' diyor ve yarışma başlıyor. O anda bütün çocuklar el ele tutuşarak birlikte koşuyor, ağacın altına birlikte varıyorlar. Sonra da hep beraber meyveleri yemeye başlıyorlar. Bizim antropolog şaşırarak, onlara ne yaptıklarını soruyor. Çocuklar 'biz ubuntu yaptık' diyorlar ve devam ediyorlar; "Yarışsaydık kazanan bir kişi olacaktı. Birimiz mutlu olurken diğerleri mutsuz olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken bir kişi mutlu olabilir? Biz 'ubuntu' yaparak meyveleri birlikte yedik." Bu arada kabilenin dilinde 'ubuntu'nun anlamı; 'ben, biz olduğumuz zaman benim' demek. "

Ne harika düşünce değil mi? :) Biz dili ( Doğan Cüceloğlu hep bunu anlatır.) 
Demek ki mutlu olmak için zihnimizde, etrafımızda bizi meşgul eden ne kadar gereksiz şey varsa hepsini çöpe sallayıp, ubuntu yapıyoruz. Bu kadar.


(Hikaye Humral Tan'ın 'Akademik forum 2014' konuşmasından alıntıdır.)



13 Mayıs 2016 Cuma

Sıradan şeyler

Hayatıma katılan yeni neşe, mutluluk, yaşam sevinci. Kendisi böyle mışıl mışıl uyuyor beyefendinin ama sabah dört beş oldumuydu tepemde bitiyor. Tek başına oynamayı öğrenemedi daha. Uykum bölünüyor sonra saat yedi sekiz gibi tekrar uykuya dalıyorum. Düzensiz uykuların kucağındayım. Dün günü çarşamba sanıyordum meğer perşembeymiş.  Akıl başta değil ki! Geçici işte hep bunlar. İyot hapına başladım ama halsizliğim devam ediyor. Bir yandan halsiz olmam iyi hem deliksiz uyuyorum rüya bile görmüyorum hem de sakinim.

Bizim insanımız bu sıra verme, bekleme konusunda çok kaba. Ezer geçer arkasına bakmaz vs. Ben çok yaşıyorum, artık bende sinirlenmemeyi öğrendim ama ne diyeceksem de diyorum onlar bana sinir oluyor, sakin sakin lafımı sokuyorum... Tabi hep aynı cevabı alıyorum; "tamam işte özür diledik ya amma uzattın!"

Geçenlerde metrobüse girişte adamın biri beni götüyle itekleyerek akbil kabinine basıp geçti. Gidip parmağımla adamın omzuna bastırıp "ben sizin gibi insanları her gün görüyorum, sürekli çarpıp, ezip geçip, kaba saba itip kakan. Yanda ki akbiller boştu niye beni itip ayağıma basıp geçtiniz?" diye sordum. Acelesi varmış, muhasebeciymiş vs vs özür dilermiş, Dedim; "bana ne senin işinden neysen nesin! Benimde acelem var belki, sen benden özür dile diye demedim zaten kabalığınız... adam kendi kabalığının hatırlatılmasından rahatsız olunca aynı cevabı verdi; "tamam işte özür diledik ya amma uzattın..." Özür dileyebilecek kadar medeni isen öncesinde önündeki ardında ki insanın ayaklarına basıp geçecek kadar kaba, öküz, saçma biri olmaya hak kazanıyorsun yani...
....
İyi ki Üzüm var, o sadece oyun oynarken koşturduğunda depar atarken yada oynamak için hoplayıp zıplarken filan minik kazalar yapıyor. Bile isteye kalbimi kırmaz mesela. Seviyormuş gibi yapıp arkasını dönüp gitmez, yanlış anlaşılacak hiç bir tarafı yok bir kere, belli ki onu sevmemden şikayetçi değil. Öyle koşulsuz bir sevgi O'nunkisi. Beklemediğin bir anda gelip ayaklarının ucuna kıvrılı verir mest eder seni.