16 Mayıs 2012 Çarşamba

SAHANDA YUMURTA

         

                    SAHANDA YUMURTA HALÜSİNASYONLARI




Hâlâ beni anlamaya çalışıyorsun, oysa böyle başlamamıştık. Anlaşılmaz diyaloglar, gereksiz felsefeler üzerine lak lak yapmaktı amaç. Demek bir arada olmuyormuş, ayrı dünyaların insanlarıyız, demiştim…
            
– Ben sadece küçük cümlelerin etrafında dolanabiliyorum, büyük laflar bekleme benden, bu konularda çok acemiyim.

Israr etme, yakınlarına gelemem, yakınlaşmalarımız nedeniyle acil durum alarmına dönüştüğün, genleşmiş savunma hallerine tahammül edemiyorum. Zaten biliyorsun.

- Basit, sıradan biriyim ben! Seni anlayamıyorum, sadece   gözümün önünde dursan ve hep orada olacağından emin olsam?

Sırf sen istiyorsun diye, bir anarşist nasıl bir vitrin dekoruna dönüşür? Ben böyle bir yöntem bilmiyorum.

   – Uzun vadeli bir şey değil ki istediğim.

Varlığımın daima kıymetsiz olduğunu söylüyorsun. Senin için seçilmiş biri miyim yoksa geçici manzaraların için atanmış geçici bir imaj mıyım, bilemedim.

  – C: Hiçbiri

Cevap bu değil. İletmesi benden, işine yarar, yaramaz.

 – Nedir ki?

– Alooooo
- Alooooooo bir arkadaş aramıyorum!

Peki, sonra ne olacak? Birbirimizi planlanmamış bir öğle üzeri, sözleşmeden bulup, düşüncelerimizle yeniden sevişebilecek miyiz?

– Bununla da yetinebilirim ama daha fazlasını istiyorum.

Düşünceden başka bir şey yok burada. Boşuna uğraşıyorum.

– Öyleyse nasıl oluyor bu, sol kalçanın boşlukları hâlâ çok sıcak belleğimde? Çocukluğuna dokunmadan, iç dünyana girmek istiyorum.

Ben bir zaman savurganıyım. Bu yüzden hiç yaşlanamıyorum. Oysa sen zamanı kullanma konusunda çok disiplinlisin. Aslında aynı yaştayız ama sen hep önden yürüdüğün için arkana dönüp bakmayı unuttun. Ben hep oradaydım, eski bir kışlanın bir takım koridorlarında unutmuş olabilirsin beni, belki adım hep aynıydı, belki sarışındım o vakit… Ama şimdi yani o öğleden sonra arkada durmaktan sıkıldığım için senin yanına doğru attım adımlarımı. Sanki çok zaman geçmiş gibi aradan, beni daha önce bildiğini unutmuş buldum seni. Ben hep şimdiki zamandayım.

– Başa dönelim mi? Seni anlamıyorum.

Asansörde tanıdık tanımadık herkese merhaba, günaydın, neşeli günler demek istiyorum. Bana ilkin bön gözlerle bakacaklar biliyorum, önemli değil, karşı ofisteki dedikoducuları, üst kattaki gürültücüleri, çaylarımızı usanmadan getirip götüren çaycıyı ve kucağında durmadan zırıldayan çocuğu bile sen gibi görüyorum. Tüm neşeli ünlemelerimin sebebi sensin.

– Sizin apartmanda asansör yok ki?!.

!!! Konu o değil zaten!

– Konu neydi?

Arsız duygularımı terbiye etmeni istiyorum. Bu kadar uğraştın, didindin, yinede seni her görüşümde “parmağımı uzatıp aaa bak” aaşık olduğum kişi diye işaret ediyorum kendime. Hepsini içimden yapıyorum, her şeyi içimden hissediyorum. Böyleyim ben, bu durum seni çok mutsuz mu ediyor? ( “mu” orada kullanılmaz, öyle çarpık cümle kurulmaz filan falan ) Beni yanlış anladın, sana biçilmiş bir görev yok bu hikayede.

– Peki söyle o zaman ne istiyorsun benden? Hadi hadi söyle, bu kadar güzel çırpındın madem, söyleee?

Hep orda olmanı istiyorum. Gerideyken, yanına geldiğimde, yanından geçip gittiğimde, arkama dönüp baktığımda. Aynı zamanda “yazdıklarının hiç birini okumadım. Özellikle kişisel gelişim hakkında yazdıkların beni hayli kaşındırıyor.”  Yine de hiç kaybolma istiyorum.

– Bu kadarcık mı?

Biraz vakit alabilir benim için ama ben yaş alana kadar beni öylece kendi geçmiş zamanında beklemeni istiyorum. Sonra ben senin şimdiki zamanına ulaştığımda, zamanlarımızı birbirimize eşitleyebiliriz. O zaman hiç kimseden korkmadan sevişebiliriz.

– Çok yoruldum, konuşmaya yetecek kadar nefesim yok! Bu kadar gerçekçi yazılmış hayat düşlerine düşüp kaybolmaktan korkuyorum.

“ Don’t be interesting, be interested “ Çok önemli bir ders anlattığımı düşündürecek şeyler değil yazdıklarım. Hobilerimin hiç biri süs olsun diye yazılmadılar alt satırlara. “Hayattan kaçmak için uzun yıllar okudum” da diyemem ama tek renkli taklidi yapamayacak kadar rengarenk beceriksizliklere sahibim. Her şeyden birazcık biliyorum diye de tutkularımın eksik olduğuna hükmetmen çok aciz bir durum.

– O vakit ben ayrılıyorum bu hikayemsi şeyden.

Çok rica ederim, ağlamaklı gibi duran naif konuşmalarıma alınma.

– Tercih ettiğin her şey senindir.

Herkesin her şeyi bildiği bir dünyada tek bildiğim benim ne biliyor olduğum. Hiç iç açıcı gelmedim sana, umurumda değil, kendi duygusallığımın içine düşmüş çırpınıyorum di-

– Açıklama yapmak zorundaymışsın gibi davranma.

Şunu ifade etmek istiyorum, gelenekselleşemiyorum. Duygusal bir takım şeylerin seri üretilebilirliğini çok evvel ıskalamışım. Belki tâ doğmadan evvel ardına düşmüş olabilirim, senin adımlarının sessiz tak tukları kulaklarımın ucundan tutup sana çekiştirmiş olabilir beni.

– Demiştim sana basit biriyim diye ancak sahanda yumurta nasıl yapılır onu bilirim.

- “Memleketimde İstanbul sınırlarından çıktıktan sonra nereye gidersen git bir sahanda yumurtayı, bırak onu bir Türk Kahvesini bile ortalama olarak içecek yer yok. Çok üzülüyorum. Ben farklılıklar, zenginlikler istiyorum ama bulamadığım yerde bir alt kalite olsun bâri.” Sen benim bulabildiğim en üst düzeye ulaşabilmiş tek alt kaliteli bir sahanda yumurtasın, duymak istediğin buysa eğer…

– Eee ööö hh, peki benim için ne var?

Bu poza gerek yok. Burada biz bizeyiz, birbirimizi çok iyi biliyoruz, bunca baskıcı ortama rağmen, duygusal zenginliklerim arasında olanca güzelliğe sahip bir sahanda yumurta kıvamına gelebildin ama yinede en küçük bir fırsat eline geçtiğinde antrikota bağlıyorsun. Bilmeni isterim ben standart bir ansiklopedik menünün, ucuz tatlı seçeneği değilim. İyisi mi sen mönü kullanma.

– Ben zaten yalnız yemek yeme konusunda iyiyimdir. Ayrıca bu bir varoluş meselesi; “çok dinamik bir konu; birey tohumlarım nerde diyecek, onların hepsi alttan disipline olarak gelecek.”

Bu disipline etme konusundan muaf olmanı, tüm tohumların hepsinden çok uzaklara düşmeni istiyorum.

– Hatırlarsan biz bir tiyatronun içinde değiliz, oynamıyoruz, yalnızca arada sırada görev verilenlerden biri olabiliriz.

      Öyleyse bu görevden tasfiye olmamızı istiyorum. Benim tarafımdan yazılmış bir oyunda sadece senin payına düşen sahnenin tek kadrolusu olmak istiyorum. Yalnızca ben!

– Bu fazla kalabalık oldu.

Eğer senin için yirmi kişilik bir şişkinlik yarattıysam bütçemi açlık sınırına çekebilirim.

– Amatör bir takım hissiyatlar için göstermiş olduğun bu çabaları takdir ediyorum ancak bir oyun için hiç bütçemiz yoktur.

Bu sözlerin hiç biri sana değil, sen dilersen bu hayal kırıklığıyla dolu akılsızca söylenmiş şeyleri üzerine alınabilirsin, dilersen yalnız senin için yazılmış farzet. Benim sözüm ülkenin dört bir yanındaki halk sevici siyasilere, büyük halk meclislerinde pişpirik oynayıp okeye dördüncü olmak için çırpınan, bir takım süslü büroların çeşitli koltuklarını durmaksızın soldan sağa veya sağdan sola çevirip duran bir takım atanmış beyaz yakalılara. Dilerse sülfür bakanı Verkultur Güneyi'de üzerine alınabilir. Bilinsin isterim, duygularıma paha biçilemez, bu nedenle henüz bir alıcısı çıkmamıştır ki senden başkası talip olmasın isterim.

– Israrla bu hikayenin özneliğinden istifa etmek istediğimi bildiririm.

Yanılıyorsun, etrafında dönüp durduğum konunun öznel hiçbir tarafı olmamasına rağmen bir sahanda yumurtaya yaraşır şekilde nesnellikten kaçıyorsun. Normaldir, hâlâ tam kıvamını bulamadın. Bu halinle bile seni bandıra bandıra yiyebilirim.

– İlle de sevişelim diyorsun?

Senin için bir görev tanımı yapmamı bekliyorsun. “Ben dünya hakkında hissettiklerime, bu dünya ile birlikte dönen çarklara, dolaylı yaşanan aşklara, insana ve dünya imhacılarına, sevgiye, çiçeklere, börtü böceğe dair spesifik görüşümü anlatmak için bu metni araç olarak kullanıyorum. Belki sen bu metindeki tek nesnesin…

– Çok bahsettin canım çekti, ben mutfağa gidiyorum, sahana birkaç yumurta kırıp yemeye.

( NOT: Bu deneme yazısında geçen cümlelerin bir kısmı Okan Bayülgen'nin 15 Mayıs 2012 -Çarşamba tarihli programında konukları ile birlikte yaptığı konuşmalardan cımbızlanmış ve o esnada yazılan bu yazıya, bir yazma alıştırması yapmak adına eklenmiştir. ) 190